VAHDET GÜZİN BURSA
Bir insanın anlam arayışı ile başlayıp anlamı idrak etme yolunda kitaplara
kavuşarak bir yerlere varması nasip meselesidir. Kitaplar eşliğinde farkında
olmadan çıktığımız bu yol bize Bursa’yı tepelerinden uzun uzun tefekkür etme
kapılarını aralamıştır. Bursa gönül sultanlarıyla ayrı bir deryadır. Molla Fenâri
Hazretleri, Emir Sultan Hazretleri, Somuncu Baba Hazretleri, Eşrefoğlu Rumî
Hazretleri, Üftâde Mehmed Muhyiddin Hazretleri, Aziz Mahmud Hüdâyi Hazretleri, Abdal
Mehmed Hazretleri, İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri ve daha niceleri Bursa’nın
vahdet-i güzinleridir. Bir yanda devleti yöneten sultanlar canlarını hiçe
sayarak mücadele ederken, diğer yanda aşkın nuruyla velî olmaya erenler
insanların kalplerine, huzurun İslam’da olduğunu verdikleri sohbetlerle
nakşetmişlerdir.
İnsan, Yaşadığı Şehrin Çocuğudur
Tarihinin nefes aldığı, nabzının attığı köşeleri keşfetmesi ömrünün
yarısına tekabül ediyor. Eski sokaklarını saatlerce adımlamadıkça, sahaflarını
ve kitapçılarını ziyaretgâh haline getirmedikçe, türbelerini ve camilerini
ezberlemedikçe ruhunun derinliklerindeki manayı gün yüzüne çıkarması
zorlaşıyor.
Bursa ile derinden tanışıklığım Nurettin Topçu ile başladı desem yanlış
olmayacaktır. Şehrin tarihine âşinâlığımız sur içinin dar sokaklarında
kendimizi kaybedip sokakların bizi tutup şehrin meydanında eski bir kitapçıya
götürmesiyle başladı. Kitapçıda gözüme çarpan “Türkiye’nin Maarif Davası”
kitabını okuduktan sonra zihnimdeki Müslümanca düşünme melekelerinin harekete
geçtiğini zamanla idrak ettim. Nurettin Topçu’nun hareket felsefesi üzerine
düşünceleri ve neşrettiği “Hareket” dergisi yayınlandığı zamanın önemli bir boşluğunu
doldurmuştur. Bizim tanışmamız bu şekilde oldu. Ayrıntılar ve okuduklarımız
şimdilik yazının muhtevasıyla alâka teşkil etmemektedir. Lâkin kitap okumak ve
kitaplara sevdalı olmaklığımız da böyle cereyan etmiştir.
Bursa’nın eski çarşılarından biri olan ve her zaman olduğu gibi işlek
olmayan Kayhan Çarşısı’ndan geçip Vakıf Kütüphanesi’nin önündeki hayrattan su
içip, kitapçılar çarşısındaki “Mercan” ı bulduktan sonra -denizde mercan
bulmanın kıymetiyle eşdeğer- serüven derinleşmeye başladı. Cumartesileri
öğleden sonra gidip akşam namazına kadar kitaplar ve insanlarla hemhal olmanın
lezzeti öyle her yerde duyulacak tatlardan değildir. Kitapçıya gelen muhabbet
deryâsının mercanlarının vakarlı duruşları, konuşurken kelimeleri seçişleri ve
okudukları kitaplardan iktibasla anlattıkları, Müslüman zemininin varlığından
haberdar etmiştir.
Böyle bir varlıktan haberdar olduktan sonra, Müslüman zamana ermek isteyen
insanın evvela talebe olması, dolayısıyla talep etmesi gerekir. Tâlip olduktan
sonra nasibindeki köye varması, vakti geldiğinde gerçekleşeceği umudunu
taşımasına vesile oluyor. Zihin ve zemin bunun en önemli unsurlarıdır. Zihni Müslümanca
işleyenin zemininde açan çiçekler bahar kokusu yayarken, zamanı da Müslüman
saati gibi her tik takta Allah zikrini eda etmeye başlar.
Bursa bu fikirler etrafında billurlaşan bir avize olmuştur dimağımızda.
Osmanlı’yı kuran şehir olmakla iftihar etmektedir. İstanbul fethedilene kadar
Bursa tamamen bir Türk şehri olmuştur. Osmanlı’nın Müslümanca işleyen zihni onu
tevazu sahibi yapmıştır. Bu tevazunun en büyük örneklerinden biri ise isminde “Türk”
kelimesini kullanmamasıdır. Gayesi İlây-ı Kelimetullah olan bu âli devlet hangi
dinden veya ırktan olursa olsun “Çınarın” gölgesinde gölgelenmek herkesin hakkıdır
düsturu ile hareket etmiştir. Simge olarak çınar ağacının seçilmesi Osman
Gazi’nin gördüğü mübarek rüyâyla bağdaşmaktadır. Çınarın dallarının üç kıtaya,
yedi düvele nam salması rüyânın mânâ âlemindeki hakikatinin göstergesidir.
Modern tarihçilerin bu rüyâyı hurafe olarak görmesi ise vak’anüvisliğin tarihe
olan tanıklığını göz ardı etmesinden ve rüyânın muhtevâsına erişmemiş
olmalarından kaynaklanıyor.
Kuruluş döneminin tanığı olan Bursa’nın İslâm ile müşerref olması Hz.
Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “İstanbul mutlaka fethedilecektir.
Onu fetheden emir ne güzel emir, o ordu ne güzel ordudur.”[1]Hadis-i Şerifi ile yola çıkan ecdadın gerçekleştirdiği fetihler
sayesinde olmuştur. İstanbul’a giden yolda Bursa’da karargâhını kuran Osmanlı,
gayesini daima ilerilere Avrupa içlerine kadar taşımıştır.
Nurettin Topçu Yıldırım’ın Huzurunda
Yıldırım’ın huzurunda[2] el
bağlayan Nurettin Topçu, evvela Ulu Cami’de sabah namazını eda eder. Allah’a
gönlünü açıp gözyaşları eşliğinde ettiği dua sonrasında ona bir ses, Murad
Hüdâvendigâr’a ve Yıldırım Han’a gitmesini söyler. Kendini Çekirge’de,
balkanlarda yedi evliya kudretinde tanınan Sultan Murad Han’ın huzurunda bulur.
Müslüman zihinle inşa edilen Osmanlı’nın, Müslüman zeminini hazırlama
gayretiyle şehadete eren sultanlarının tek gayesinin Allah’ın rızasını kazanmak
olduğunu bilmektedir. Bu uğurda esir düştükleri halde imanlarından bir nebze
olsun taviz vermediler. Fetret devri gelip çatınca yok olma korkusu yaşamak
yerine devleti yeniden nasıl tesis ederiz diye düşünerek yaptıkları atılımlarla
düştükleri yerden kalkmasını bildiler. Artık daha kuvvetli bir Osmanlı vardı. Hacı
Bayramı Veli, II. Murad’a İstanbul’un fethini işaret ederken “Sultan II.
Mehmed’i ve hizmet için kapıda bekleyen Akşemseddin’i”[3]
kastediyordu. Nihayet fetih müyesser olmuştu. Bursa’da ekilen diriliş tohumları
cihana yayılmaya, zalimlerin korkusu mazlumların umudu olmaya devam ediyordu.
Hülâsa
Bütün bunlardan yola çıkacak olursak şayet; Bursa’nın bu gününe
geldiğimizde şehir hâlâ maneviyatına devam etmektedir. İnsanlar kendi
işgüzarlıklarından dolayı bu devirde Allah’ın sevgili kullarının olmayacağını
savunuyorlar. Habersiz olmak böyle bir şey olsa gerek.
Tarihi yapıların arasında gezinirken elleriniz taşlara değdiğinde evvelin
ruhunu hissedemiyorsanız, asırlık çınarların yanından geçerken yapraklarının rüzgârda
çıkardığı sesle irkilmiyorsanız, eğer minârelerden okunan ezanla secdeye
kapanmanın heyecanı sizden uzaksa Bursa’yı anlamak oldukça zordur.
Rahmete ermek istiyorsak zahmetin çilesiyle hemhal olmak îcab eder. Zihinde
Müslümanca idrakin zuhurâtını tebdil etmek için zamanın zekâtını vermek gerekir
ki rûy-i zemin titresin.
[1]Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV, 335; Câmi’üs-Sağîr Muhtasarı, Tercüme ve Şerhi, (Hazırlayanlar: İsmail Mutlu, Şaban Döğen, Abdülaziz Hatip)
3. cilt, İstanbul-2008, sayfa 194
[2]TOPÇU Nurettin, Taşralı, Dergâh yayınları, 7.baskı, sayfa 257 “Yıldırım’ın
Huzurunda”
[3]https://www.islamveihsan.com/ii-murad-ile-haci-bayram-i-velinin-onemli-gorusmesi.html