7 Aralık 2020 Pazartesi

Vahdet Güzin Bursa

 

VAHDET GÜZİN BURSA

Bir insanın anlam arayışı ile başlayıp anlamı idrak etme yolunda kitaplara kavuşarak bir yerlere varması nasip meselesidir. Kitaplar eşliğinde farkında olmadan çıktığımız bu yol bize Bursa’yı tepelerinden uzun uzun tefekkür etme kapılarını aralamıştır. Bursa gönül sultanlarıyla ayrı bir deryadır. Molla Fenâri Hazretleri, Emir Sultan Hazretleri, Somuncu Baba Hazretleri, Eşrefoğlu Rumî Hazretleri, Üftâde Mehmed Muhyiddin Hazretleri, Aziz Mahmud Hüdâyi Hazretleri, Abdal Mehmed Hazretleri, İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri ve daha niceleri Bursa’nın vahdet-i güzinleridir. Bir yanda devleti yöneten sultanlar canlarını hiçe sayarak mücadele ederken, diğer yanda aşkın nuruyla velî olmaya erenler insanların kalplerine, huzurun İslam’da olduğunu verdikleri sohbetlerle nakşetmişlerdir.

İnsan, Yaşadığı Şehrin Çocuğudur

Tarihinin nefes aldığı, nabzının attığı köşeleri keşfetmesi ömrünün yarısına tekabül ediyor. Eski sokaklarını saatlerce adımlamadıkça, sahaflarını ve kitapçılarını ziyaretgâh haline getirmedikçe, türbelerini ve camilerini ezberlemedikçe ruhunun derinliklerindeki manayı gün yüzüne çıkarması zorlaşıyor. 

Bursa ile derinden tanışıklığım Nurettin Topçu ile başladı desem yanlış olmayacaktır. Şehrin tarihine âşinâlığımız sur içinin dar sokaklarında kendimizi kaybedip sokakların bizi tutup şehrin meydanında eski bir kitapçıya götürmesiyle başladı. Kitapçıda gözüme çarpan “Türkiye’nin Maarif Davası” kitabını okuduktan sonra zihnimdeki Müslümanca düşünme melekelerinin harekete geçtiğini zamanla idrak ettim. Nurettin Topçu’nun hareket felsefesi üzerine düşünceleri ve neşrettiği “Hareket” dergisi yayınlandığı zamanın önemli bir boşluğunu doldurmuştur. Bizim tanışmamız bu şekilde oldu. Ayrıntılar ve okuduklarımız şimdilik yazının muhtevasıyla alâka teşkil etmemektedir. Lâkin kitap okumak ve kitaplara sevdalı olmaklığımız da böyle cereyan etmiştir.

Bursa’nın eski çarşılarından biri olan ve her zaman olduğu gibi işlek olmayan Kayhan Çarşısı’ndan geçip Vakıf Kütüphanesi’nin önündeki hayrattan su içip, kitapçılar çarşısındaki “Mercan” ı bulduktan sonra -denizde mercan bulmanın kıymetiyle eşdeğer- serüven derinleşmeye başladı. Cumartesileri öğleden sonra gidip akşam namazına kadar kitaplar ve insanlarla hemhal olmanın lezzeti öyle her yerde duyulacak tatlardan değildir. Kitapçıya gelen muhabbet deryâsının mercanlarının vakarlı duruşları, konuşurken kelimeleri seçişleri ve okudukları kitaplardan iktibasla anlattıkları, Müslüman zemininin varlığından haberdar etmiştir. 

Böyle bir varlıktan haberdar olduktan sonra, Müslüman zamana ermek isteyen insanın evvela talebe olması, dolayısıyla talep etmesi gerekir. Tâlip olduktan sonra nasibindeki köye varması, vakti geldiğinde gerçekleşeceği umudunu taşımasına vesile oluyor. Zihin ve zemin bunun en önemli unsurlarıdır. Zihni Müslümanca işleyenin zemininde açan çiçekler bahar kokusu yayarken, zamanı da Müslüman saati gibi her tik takta Allah zikrini eda etmeye başlar. 

Bursa bu fikirler etrafında billurlaşan bir avize olmuştur dimağımızda. Osmanlı’yı kuran şehir olmakla iftihar etmektedir. İstanbul fethedilene kadar Bursa tamamen bir Türk şehri olmuştur. Osmanlı’nın Müslümanca işleyen zihni onu tevazu sahibi yapmıştır. Bu tevazunun en büyük örneklerinden biri ise isminde “Türk” kelimesini kullanmamasıdır. Gayesi İlây-ı Kelimetullah olan bu âli devlet hangi dinden veya ırktan olursa olsun “Çınarın” gölgesinde gölgelenmek herkesin hakkıdır düsturu ile hareket etmiştir. Simge olarak çınar ağacının seçilmesi Osman Gazi’nin gördüğü mübarek rüyâyla bağdaşmaktadır. Çınarın dallarının üç kıtaya, yedi düvele nam salması rüyânın mânâ âlemindeki hakikatinin göstergesidir. Modern tarihçilerin bu rüyâyı hurafe olarak görmesi ise vak’anüvisliğin tarihe olan tanıklığını göz ardı etmesinden ve rüyânın muhtevâsına erişmemiş olmalarından kaynaklanıyor.

Kuruluş döneminin tanığı olan Bursa’nın İslâm ile müşerref olması Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden emir ne güzel emir, o ordu ne güzel ordudur.”[1]Hadis-i Şerifi ile yola çıkan ecdadın gerçekleştirdiği fetihler sayesinde olmuştur. İstanbul’a giden yolda Bursa’da karargâhını kuran Osmanlı, gayesini daima ilerilere Avrupa içlerine kadar taşımıştır.

 

 

 

Nurettin Topçu Yıldırım’ın Huzurunda

Yıldırım’ın huzurunda[2] el bağlayan Nurettin Topçu, evvela Ulu Cami’de sabah namazını eda eder. Allah’a gönlünü açıp gözyaşları eşliğinde ettiği dua sonrasında ona bir ses, Murad Hüdâvendigâr’a ve Yıldırım Han’a gitmesini söyler. Kendini Çekirge’de, balkanlarda yedi evliya kudretinde tanınan Sultan Murad Han’ın huzurunda bulur. Müslüman zihinle inşa edilen Osmanlı’nın, Müslüman zeminini hazırlama gayretiyle şehadete eren sultanlarının tek gayesinin Allah’ın rızasını kazanmak olduğunu bilmektedir. Bu uğurda esir düştükleri halde imanlarından bir nebze olsun taviz vermediler. Fetret devri gelip çatınca yok olma korkusu yaşamak yerine devleti yeniden nasıl tesis ederiz diye düşünerek yaptıkları atılımlarla düştükleri yerden kalkmasını bildiler. Artık daha kuvvetli bir Osmanlı vardı. Hacı Bayramı Veli, II. Murad’a İstanbul’un fethini işaret ederken “Sultan II. Mehmed’i ve hizmet için kapıda bekleyen Akşemseddin’i”[3] kastediyordu. Nihayet fetih müyesser olmuştu. Bursa’da ekilen diriliş tohumları cihana yayılmaya, zalimlerin korkusu mazlumların umudu olmaya devam ediyordu.

Hülâsa

Bütün bunlardan yola çıkacak olursak şayet; Bursa’nın bu gününe geldiğimizde şehir hâlâ maneviyatına devam etmektedir. İnsanlar kendi işgüzarlıklarından dolayı bu devirde Allah’ın sevgili kullarının olmayacağını savunuyorlar. Habersiz olmak böyle bir şey olsa gerek.

Tarihi yapıların arasında gezinirken elleriniz taşlara değdiğinde evvelin ruhunu hissedemiyorsanız, asırlık çınarların yanından geçerken yapraklarının rüzgârda çıkardığı sesle irkilmiyorsanız, eğer minârelerden okunan ezanla secdeye kapanmanın heyecanı sizden uzaksa Bursa’yı anlamak oldukça zordur.

Rahmete ermek istiyorsak zahmetin çilesiyle hemhal olmak îcab eder. Zihinde Müslümanca idrakin zuhurâtını tebdil etmek için zamanın zekâtını vermek gerekir ki rûy-i zemin titresin.



[1]Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV, 335; Câmi’üs-Sağîr Muhtasarı, Tercüme ve Şerhi, (Hazırlayanlar: İsmail Mutlu, Şaban Döğen, Abdülaziz Hatip) 3. cilt, İstanbul-2008, sayfa 194

 

[2]TOPÇU Nurettin, Taşralı, Dergâh yayınları, 7.baskı, sayfa 257 “Yıldırım’ın Huzurunda”

[3]https://www.islamveihsan.com/ii-murad-ile-haci-bayram-i-velinin-onemli-gorusmesi.html

  KIBRIS MESELESİ’NİN TARİHİ SÜRECİ Osmanlı Dönemi Akdeniz tarih boyunca büyük çekişmelerin merkezi konumundaydı. Yavuz Sultan Selim dön...